İlk Avrupa Seyahatim - Viyana [Bölüm 1]
Merhaba dostlar,
Bugün sizleri teknik konularla sıkmayacağım merak etmeyin. Uzun zamandır yazmayı planlıyordum ve bugün Gereksizler Serisinin üçüncü yazısı ile karşınızdayım. Kara Cuma'yı (Black Friday) geride bıraktığımız şu günlerde geçen sene yine Kara Cuma günü Pegasus'un indirimini görüp gaza gelmemle deneyimleme fırsatı bulduğum ve aynı zamanda ilk Avrupa deneyimim olan Viyana, Bratislava hikayemi anlatacağım. Girizgahı uzatmadan başlıyorum. :)
Bilet Alma ve Karar Verme
Az önce de bahsettiğim gibi geçen sene Black Friday'da Pegasus belirli noktalara %50 indirim yapmıştı. Bunu değerlendirmek amacıyla geçen sene bu zamanları Bratislava'da Erasmus yapan lise sıra arkadaşım Ömer'i aradım. Dedim "Kanki senin dersler ne zaman bitiyordu?". Derslerinin 12'sinde biteceğini söyleyince "Hah!" dedim, tamam. "Kampanyalı tarihler uyuyor. Ben 12'sine bileti alıyorum, 16'sına da dönüşü yapalım.". "Tamam kanka sen gel hallederiz, süper olur." goygoyundan sonra ben gidiş dönüş biletimi 700 lira'dan 350'ye düşmüş şekilde aldım. Burdan Van'a bu fiyata gidemezdim belki de. :)
Neyse biletler alındı ve gidiş için Şubat'ın gelmedi bekleniyor. Bu süreçte de Ömer'le ara sıra konuşuyoruz ve ona 16'sına dönüş biletini almasını söylüyorum. "Oturum belli olmadı." deyip sallıyor daha ileri bi tarihe. Buraya kadar her şey tamam. Zaman geçiyor Aralığın sonları Ocağın başları gibi Ömer beni arıyor ve ne dese iyi. "Kanka benim oturumu 12'sine kadar verdiler."
Uzun bir sövme aşamasından sonra ne yapacağıma karar vermeye çalıştım. İlk başta "Gitmesem mi?", "Tek başıma ne yapacağım?", "Dil de yarım yamalak, ne olacak?" vesveseleriyle boğuşurken en son "Ne olabilir ki en fazla?" deyip hazırlıklara başladım.
Hadi Gidiyoruz
12 Şubat sabahı erken kalkıp çantamı ağzına kadar doldurup hazırlıklarımı yaptım. Yurdun bulunduğu mahalle çok tekin bir yer olmadığından arabayı da Kartal'da oturan arkadaşımın evine bırakacaktım. "Ordan da otobüs, minibüs bir şekilde geçeriz." dedim. Yanımda götüreceğim Euro'da banka hesabındaydı. Onu da orada çekmeyi planlamıştım. Önceki günden sabah Kartal'a gidip arkadaşım Osman'da kahvaltı yapıp beraber geçecektik sözde. Kartal'a varana kadar epey vakit kaybetmiştim. Hemen bankaya gidip parayı çektik kahvaltı yapmadan ve otobüsle kaybedecek kadar zamanımız da kalmadığından arabayla basıp gittik Sabiha Gökçen Havalimanı'na. Ee araba ne olacaktı? :) İlk defa arabayı benden birine ben olmadan veriyordum. Osman bana kızmasın ama ufak bir tedirginlikten sonra arabayı Osman'a emanet edip dış hatlar bölümünden havalimanına girdim. Gürcistan'dan aşina olduğum üzere hemen yurtdışı çıkış pulunu alıp pasaport kontrolüne doğru ilerlemeye başladım. Heyecan doruklardaydı. :)




Viyana
Bulutların üstünde neler yapacağıma dair planlar yaparken uçak inişe geçti, Avusturya topraklarına adım atmak üzereydik ve uçak indi. Daha önceki yurtdışına çıkışım olan Gürcistan'da yanımda arkadaşım olduğu için bu kadar gerilmediğimi hatırlıyorum. Ama bu sefer hem tek olmanın sıkıntısı hem de dil probleminin beni düşündürmesi yüzünden aşırı gergindim. :)

Cem Yılmaz'ın da dediği gibi daha baştan EU ve non-EU olarak kategorilendirilip bi komplekse girmiştim de. Ne olur ne olmaz diye telefona pasaport polisinin sorduğu muhtemel soruları ve cevaplarını da telefonuma not etmiştim. Polisin "Niye geldin?", "Nerede kalacaksın?" sorularına da sorunsuz cevap verdikten sonra pasaportumuza giriş damgamızı alıp bu leveli geçtik. :)

Viyana Havalimanı'na indiğimde daha önce İnterrail Türkiye grubundan haberleştiğim Ahmet abiye mesaj atıp nerede ineceğim nasıl geleceğim gibi istihbaratları aldıktan sonra tren istasyonuna doğru yürümeye başladım.



Gieselbergstr istasyonunda indikten sonra Ahmet abi gelene kadar zaten patlamaya hazır bomba olan gerginliğim de tırmanışa geçtiği an karşıdan gelen Ahmet abiyi görünce bi anda yelkenleri suya indirip rahatlamaya başlamıştım. :)
Ahmet Yonca Reis
Daha önce konuştuğumuz üzere Ahmet abinin evinde iki gün kalacaktım. Ahmet abiyle evine geldik ve çantamı eve attım. Ahmet abi her gelen misafirine önce bi yemek ısmarladığını söyledi. Ben önce "Zaten adamın evine iki gün yük olacaz, bi de ne yemeği?" kompleksiyle kabul etmesem de sonra hem şehri hem de yemek yiyebileceğim hiçbir yer bilmediğim için teklifini kabul ettim.

Yabancı memlekette memleketimden biriyle konuşmak ve rahat anlaşmak beni fena halde rahatlatmıştı. Bana kısaca Viyana hakkından bahsederken metro sistemi hakkında da ufak bilgiler verirken Stephansplatz'a varmıştık.

Viyana'nın Taksim'i diyebileceğim bir yer esasında. Orada yanlış hatırlamıyorsam kendinin de daha önce çalıştığı bir yerde yemek yedikten sonra beraber Tuna Nehri'ne gittikten sonra Ahmet abi kısaca gidebileceğim yerlerden bana bahsettikten sonra akşam buluşmak üzere ayrıldık.

Akşama kadar beğendiğim durak isimlerinde inip çevreyi turladıktan sonra alışveriş merkezi sandığım büyük binaya girdim. Ama meğerse orası da anladığım kadarıyla otogarmış. :)
Böyle bir süre turladıktan sonra akşamki buluşma noktamız olan şu an adını tam hatırlamadığım alışveriş merkezine geçtim. Epeyce de büyük bir yerdi ve Türkiye'den alışagelmediğim şekilde girişlerde güvenlik yoktu mesela. :)

Ahmet abiyi bekleyene kadar bi kahve alıp oturayım derken 5.5 Euro verdiğim kahveyi yudumlarken verdiğim para yüzünden ufak bir kalp krizi geçirmiş olsam da zamanı bu şekilde geçirmiş oldum. Buraya da bir dipnot eklemek istiyorum. Kahvenin yanında su da istediğimde şişeyle vermek yerine eleman bardağa çeşmeden doldurup verince çok şaşırmıştım. Sonradan öğrendiğim üzere Avrupa'nın çoğu yerinde su çeşmeden içiliyormuş ve şişe sular da bi o kadar pahalıymış. (Buna daha sonra tekrar değineceğim.) :)
Ahmet abiyle AVM'nin dışında buluştuk. Kendisinin akşam diğer evine geçeceğini söyledi ve çantamı bıraktığım evin anahtarını bana uzatıp "Kafana göre takıl." demesi de büyük bir abilik oldu gerçekten. Hani diyordum "Beni hiç tanımayan bir insan bana bu iyiliği neden yapıyor?". Kralsın Ahmet Reis. :)
Anahtarı aldıktan sonra gece evde geçmez deyip Stephansplatz'a geri döndüm. Cidden en güzel zamanı da gece yani. Havalar soğuk olduğu için çok kalabalıktı ama idare edelim. :)





Fotoğraf çekmeyi çok seven biri olmadığımdan fotoğraflar için kusura bakmayın. :)




2. Gün
Gece Ahmet abinin şişme yatağında güzel bir uyku çektikten sonra ikinci gün yine plansız programsız gezmeye çıkacaktım. :)


Akşama kadar yine plansız takıldıktan sonra karanlık çökerken karnımın da acıkmasıyla uygun fiyatlı yemek yiyebileceğim bir yer aramaya koyuldum. Hep 5-6-7 Euro bandındaydı tavuk dönerler. Avusturya'ya kadar gelip Şnitzel yemeden gidilmez ama mide döneri her yerde arıyor yapacak bir şey yok. İşin ilginci oranın yerel yemeği olan Şnitzelcilerden kat kat fazla dönerci vardı Viyana'da. :)
6-7 Euro olan yerlerin yanından geçip ara sokaklara dalınca bi dükkanın camında 3.5 Euro'ya gördüm. Hemen girdim ve diyalog aynı şu şekilde.
- Ben: Can you speak English?
- Dükkandaki Dayı: Of course.
- Ben: Can I take one please? (Tavuk döneri nasıl dedim hatırlamıyorum. :) )
Neyse döner geldi. Hani ordaki usulü bilmediğim için "Hesabı önce mi ödeyeyim, sonra mı?" diye soracağım. Ağzımdan Türkçe kaçırdım ilk, sonra hemen İngilizce'ye çevirdim. Dayı ne dese beğenirsiniz? :)
- Farketmez yeğenim! :D
"Dayı!" dedim, "Beni niye uğraştırıyorsun boşuna, İngilizce konuşacağım diye bir yerlerimi yırtıyorum falan. :D". Adam da demesin mi "Sen bana 'Türkçe biliyor musun?' diye sormadın ki 'İngilizce biliyor musun?' diye sordun." Asrın ayarını yedim orda herhalde. :D
Yemekten sonra da Tesla mağazasına gidip Tesla Model S'in şoför mahalline oturup "Bir gün seni alacağım! :D" dedikten sonra da yavaştan eve dönüp ertesi gün geçeceğim Bratislava için plan yapmaya başlamıştım.


Evet dostlar, bugün sizlere ilk Avrupa deneyimimin birinci parçası olan Viyana kısmını anlattım. İki seri halinde yazmayı planlıyorum. Bratislava kısmını da en kısa zamanda yazacağım umarım. :)
Yazımı aşağıdaki emojilerle oylamayı ve yorum kısmına düşüncelerinizi yazmayı unutmayın. Herkese iyi çalışmalar. :)